Neşeli Sözlük Nedir?

Neşeli Sözlük; Ebeveyn ve Çocuklar İçin Güvenli Bilgi Kaynağı'dır.

Soru Görüş ve Önerileriniz için
Anadolu Notları I-II by Reşat Nuri Güntekin

Eser hakkında;

Reşat Nuri Güntekin daha çok roman hikaye gibi eserleri ile tanınsa da deneme türünde de aynı derecede başarılıdır.Reşat Nuri Güntekin denemelerini topladığı Anadolu notlarında yazarın gezilerindeki izlenimleri anlatılmıştır .

Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu notlarındaki ,kişi ve kahramanlar yaşadığı hadiselerden seçtiğini ,temiz bir uslup alaycı bir dille getirdiği görülür.

GURBET

Arkadaşımla, İstanbul’un bazı eski yangın yerlerinden pek farklı olmayan arka sokaklarında taş ve diken dolu bahçeler arasında tozlu bir caddede yan yana yürüyorduk .Fazla şairane olnmasa can sıkıntısı renginde diyebileceğim ,bulanık ve dumanlı bir akşamdı.

İhtiyar bir adam yanımızdan geçen bir bisiklet çocuğa bakıp durarak;

” Ne….nedir değilse eğer, Hayatı birkaç adım fazla koşturup yormak.”

Diye Fikret’in iki me’yus mısrasını okumuştu.Bu mısralar o vakit bana bu şiirsiz küçük kasabada şiir mısraları arasında görülmüş, başka bir talih hayali içinde ziyan olmuş bir hayatın elen ve ifadesi gibi görünmüştü.

Halbuki ayni insan ,Simav’da hiçbir şey istemeden doğup ölmenin en büyük bir saadet olduğunu, bana doğruluğundan şüphe edilmeyecek bir samimiyetle temin ediyordu. Bu ihtiyar şair bana yeni bir şey öğretmiş oldu.

Anadolu her yabancıya az çok bir garipseme duygusu verir. İnsan ıssız bir dağ başında yakalayan bir geceyle yabancı bir eğlence şehrinde yakalayan gece arasında bilmem pek büyük bir fark var mıdır?Çünkü netice itibariyle İkisinde de derece farkı ile aynı Gurbet kurdunun için için kalbimize kemirdiğini duyarız. Bu kurt bazı ağaç kurtları gibi vücudumuzun yapısında doğmuş ve büyümüş bir tufeyli(asalak)dir.

Herhangi bir kasabada yaşayan İstanbull’un memurun onun karanlık renkleri tasvir etmesi ve hayatsızlıktan şikayet etmesi herhalde bulunan ileri geliyor.

Ağrılarının içinde yattığı yataktan geldiği vehmeden hafta gibi,biz de sırf kendi yüreğimizde getirdiğimiz ağrının mesuliyetini galiba haksız olarak Anadolu’ya yükletiyoruz.Erkenden kapılarını kapamış mütevazi başına perdelerinin arkasında lambalarını yakmış evlere, sokaktan baktığımız zaman onları bir can sıkıntısı ve asteni (beden zafiyeti,güç kaybı)yuvası gibi görürüz.Çaresini sokaklarda dizilecek fenerlerde ,dökülecek insanlarda aramaya yelteniyoruz.

Hasretini çektiğimiz uzaktaki evimizin de bu saatte bir yabancıya aynı manzarayı göstereceğini aklınızdan geçiremiyoruz. Bütün manası ile düşündüğümüz hayat, acaba kaç binde kaçımız için mukadderdir. Hepimiz saadeti aşağı yukarı alıştığımız dekorun motiflerinden yapılmış değil midir?

Böyle olduğu halde alışkanlık dediğimiz kudretin bu çarpık çurpuk viran evlerde de aynı mucizeyi yapmış dekoru ihtiyar şairimin Simav’a verdiği renklere boyanmış olmasını, bir türlü aklımıza aldıramıyoruz.

AYNALAR

İzmir’in meşhur askeri otelinin yerinde şimdi mükellef bir Palas var.Onun altında ,eski askeri kıraathanesinin yerinde ki gazinoda kendi kendime gazete okuyorum gözüm. Ara sıra, pencerenin önünde nargile içerek sokağı seyreden pişman bir zata ilişiyor ve nedense bir türlü ayrılmıyor. Bu zatın çıplak başının etrafında heykellerde gördüğümüz defne kuronlar (Çek Cumhuriyeti’nin para biriminin adı)halinde bir kır saç halesi.Kır kaşları var. Netice itibariyle fazla hususiyeti olmayan bir yüz.Fakat bilmem niçin ara sıra gözüm iliştikçe bakıyor ve dalıyorum.

Bir ara sokaktan geçen biri ile konuşunca derhal buluyorum:O benim çocuklukta Değirmen Dağı’nda tanıdığım bir çocuğun yüzüdür. O vakit vücudu incecikti.Şimdi başının etrafında bir defneden Kuron kadar kalan saçları kumral sık ve kıvırcıktı.

Ramazan geceleri tilkilik’te Karagöz’de tanıdığım bir akrabamı Kemeraltı’nda gördüm. O zaman vara yoğa gülen tombalak bir çocuktu.Şimdi üstünden geçen otuz senede ,hayat onu kah bir oklava hamuru gibi yassıltmış,kah hadde hadde olup geçirmiş, hafifçe kamburlaşmış yüzü ile hiçbir berber usturanın giremiyeceği kadar çökük yanaklı mahsun bir adam yapmıştır. Mendil almak isterken,küçük bir dükkanda frer mektebindeki bir musevi arkadaşımla karşılaştım. O da öyle …sonbahar yaprakları gibi sararmış kızarmış renkten renge girmiş …işinin iyi gitmediği belli.

Muvaffakiyetsizliğinin verdiği hilelerle, birkaç mendil üzerinde beni aldatmaya çalışıyordu. Bu çocuk o zaman en çalışkanımızdı, edebiyat meraklısı idi.

Esther ,Atali okur, sahnede oynar,idemallerden konuşurdu .Şimdi beni aldatmaya çalışıyordu. Bir an kendimi hatırlamayı düşündüm.Fakat hatıralar gariptir :en umulmazları yaşar ,en kuvvetli görünenleri olduğu gibi silinip gider. Çok kere müşterek hatıraları konuşmak için oturanlar, birinin hatırladığı ve hala heyecanını duyduğu şeyi, ötekinin tamamı ile kaybettiğini, yalnız hatır için evet demesine rağmen hiçbir şey hatırlamadığını görerek hayal kırıklığına uğrarlar.

Ben de doğrusu bundan korktum.İsmimi anlamayarak tekrar ettirmesinden,neredeydi diye sorup hatırlamamasından ürktüm.Sonra beni mendiller üzerinde aldattığı için utanmasınıda hesaba kattım.

Hulasa (özetle)ayrıldık…..

Paylaş: